6 Mart 2020 Cuma

İlkelerim Üzerine


2019’un ortalarında yazdığım “Yaşadım Diyebilmek için” adlı yazımda Nazım Hikmet’in yazıyla aynı adı taşıyan şiirinden alıntı yaparak “Ne demek yaşadım diyebilmek? gibi soruları kendime sormaya çalıştığımdan bahsetmiş ve bunun için kendimizin, çevremizin ve yaşadığımız anların farkına varmamız gerektiğini söylemiştim. Bu yazımda farkındalık kısmını biraz irdelemek istiyorum.
Zaman, biz geçtiğinin farkına bazen varmasak bile durmadan akıp gidiyor. Biz ise bu hengamenin içinde yuvarlanıyoruz. Düşünmeden, görmeden, işitmeden ve yaşamadan. ‘Anı yaşa’ diye çevrilen ‘Carpe Diem’ aslında daha doğru çevirisiyle ‘Anı Yakala’ anlamına geliyor. Ne demek olduğunu Ölü Ozanlar Derneği filminde Robin Williams'ın(R.I.P) canlandırdığı Edebiyat öğretmeni John Keating'ten öğrenelim. (Türkçe Dublajlı Versiyon) 




Anı yakalamak için insanın çevresinin ve kendisinin farkında olması ve bunları gözlemleyebiliyor olması gerekiyor. Geçenlerde katıldığım bir komedi gösterisinde komedyenin gözlemleyerek tespit ettiklerini anlatırken, arka sırada oturan seyircilerden bazısı srekli olarak "Aaa, evet, gerçekten doğru" diyerek, bir çeşit aydınlanma yaşıyorlardı. Hepimizin gördüğü ancak biri anlatınca farkına vardığımız onca şeyi düşünme kısmını size bırakmadan önce farkındalık ile ilgili bir film ve 2 kitap önermek istiyorum.Dingin Savaşçı(Peaceful Warrior) filmi ve Doğan Cüceloğlu'nun Savaşçı ve Gerçek Özgürlük kitapları. Farkındalık alanında çok farklı ufuklar açacağına inanıyorum.

6 yıl kadar önce Doğan Cüceloğlu’nun Gözlemler adlı yazılarını okuduktan sonra , ben de biraz özenip ‘Acaba ben de çevreme bu farkındalık ile bakabilir miyim?’ diyerek çabalamış ve gözlemlediklerimi 8 yazılık Gözlemler adlı bir seri (1 , 2 , 3 , 4 , 5 , 6 , 7 , 8 , 9) halinde blogumda yayınlamıştım.(Özendiğimi söylemiştim.:)) Tüm bu çabalar Dışfarkındalık ile ilgili ve bakın farkındalık bakışı ile Thich Nhat Hanh, yürüme gibi basit bir deneyimi nasıl tanımlıyor?(Kendini İçinde Ara - Chade-Meng Tan)

İnsanlar genellikle suyun üzerinde ya da havada yürümeyi mucize olarak tanımlar. Bence gerçek mucize havada veya suda yürümek değil, bu gezegende yürümektir. Her gün mucizelerle yaşıyoruz ama farkında bile değiliz. Mavi gökyüzü, beyaz bulutlar, yeşil yapraklar, kara gözlü çocuğun meraklı bakışları, kendi iki gözümüz. Hepsi birer mucize.”

Şimdi ise Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir.” Diye ifade ettiği Özfarkındalık kısmından yani kendinin, değerlerinin, amaçlarının farkında olmak kısmına geçmek istiyorum. Hatta biraz daha spesifik olarak, kendimce belirlediğim, bana yol gösteren ve her zaman aklımda ilkeler, prensipler. Hiçbir şey vaat etmeyen prensipler ama ‘yaşadım’ diyebilmek için kulağıma küpe yaptıklarım. Hiçbir şey vaat etmeyen diyorum çünkü öyle bir çağda yaşıyoruz ki başarı diye tanımladığımız her şeye ulaşmak çok kolay. Birilerinin elinde Alaaddin’in Sihirli Lambası var ver her ovaladıklarında lambadan çıkan cin şöyle şeyler söylüyor. 3 Günde Yağlarınızdan Kurtulun, 5 Maddede Milyoner Nasıl Olunur? , Patronunuzu Etkilemenin 4 Sihirli Adımı.  Hiçbir şey vaat etmiyorum dememin sebebi, bu şekilde anlaşılmaktan korkmak. Aksi halde yıllarca çalışıp, iş hayatında, sanatta veya herhangi bir alanda başarılı olmuş insanların paylaştığı hayat dersleri tabi ki altın değerinde. Hatta benim böyle bir yazıyı yazmamdaki etkende bu paylaşılan hayat dersleri. Okuduğum, dilediğim bu derslerden tabi ki herkes gibi ben de çok ilham alıyorum ancak şunu fark ettim ki ben aslında pasif roldeyim. Dinleyici veya okuyucu olarak. Bunu fark edince kendime şu soruyu sordum. “Benim de ilkelerim var ama bunlar neler? Bu hayat yolunu yürürken hangi değerlere dikkat ediyorum?” İşte bu sorunun ardından düşündüm, yazdım, karaladım, değiştirdim ve en nihayetinde bir çerçeveye oturtabildiğim birazdan paylaşacağım 15 maddeyi oluşturdum. Bu 15 madde her günüme anlam ve farkındalık katmama yardımcı olan ilkeler, değerler. Ne derseniz, deyin. İlkelerimi paylaştıktan sonra bir önem sırası olmaksızın biraz içlerini doldurmak adına detaylandıracağım.

İlkelerim
1.       Değişimi Kabullenme ve Uyum Sağlama
2.       İyi Niyetli Olma ve Etik Kurallara Dikkat
3.       Doğruluk Kaygısı
4.       Gelişim ve Sürekli Öğrenme
5.        İşinin Hakkını Vermek ve En iyisi için Çabalamak
6.       Toplumsal Duyarlılık
7.       Çevre Bilinci
8.       Merak-Öğrenme Tutkusu
9.       Sorumluluk Duygusu
10.   Üretkenlik ve Paylaşım
11.   Mücadele Ruhu
12.   Şans-Kader
13.   Kararlılık ve Sabır
14.   Farklılıklara Saygı
15.  İyi İlişkiler Kurma


“Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın.” diyor Herakleitos. Geçmiş zaman yerine şimdiki zaman kullanıyorum çünkü gramer olarak dahi olsa bunun geçmişte kalmış bir söz olarak bilinçaltına dahi yerleşmesini istemiyorum. Değişim – transformasyon,dönüşüm- günümüzün en önemli olgularından biri ve kanımca en önemlisi. Yaşamın her alanında bu değişimi deneyimliyoruz. Teknoloji ve ekolojik değişimler- ekolojik bozulma daha doğru bir kavram olur- her gün gündemi meşgul eden konular arasında.






Bu değişim biz bazen kabul etmekte zorlansak veya inanmasak bile kaçınılmaz. Bu sebeple değişimi kabullenme ve uyum sağlama yeteneği en kritik yetkinliklerden biri. Her ne kadar zor kısım değişimi kabullenme gibi görünse de, bence asıl önemli ve zor kısmı bundan sonraki aşama. O da değişime ayak uydurmak için sürekli öğrenmek ve gelişmek zorunda oluşumuz. Şanslıyız ki yaşadığımız dönem, tarih boyunca bilgiye ulaşım açısından en rahat imkanlara sahip olduğumuz bir dönem. O noktada üzülerek belirtmeliyim ki hiçbir mazeretimiz yok. Esas olan bunca kaynağı nasıl değerlendirdiğimiz. (Serdar Kuzuloğlu'nın MZV Gençlik Zirvesi'ndeki konuşmasına kulak verelim.)





2 temel unsur bizim bu kaynaklardan yararlanmamıza yardımcı olabilir. Bunlar Merak(Öğrenme Tutkusu) ve Kararlılık(Sabır). Bu ana unsurların yanı sıra destekleyici olarak kitap okuma ve iç motivasyonun sürdürebilirliğinin sağlanması, alınan verimi artıracaktır.  Bunlara sahip olmak ve yapabilmek, değişimin bu denli hızlı olduğu bir zamanda en azından bize günümüzde tutunabilme şansı verebilir.







Tabi ki tek değişen biz ve çevremiz değil. Her şey değişiyor ve sonucunda farklılıklar hızla artıyor. Farklı sosyal normlar, karakter yapıları, kuşaklar, iş ve özel yaşam. Hepsi bu değişimden direk olarak etkileniyor. Aynı değişimde olduğu gibi, farklılıkları da kabullenmeli ve saygı duymalıyız ancak günümüzün en önemli paradokslarından birini de bu durum oluşturuyor. Bir yandan farklılık zenginliğimizdir sloganları atarken, diğer yandan farklı düşündükleri, farklı giyindikleri, farklı inandıkları veya farklı değerleri olduğu için insanları ayırıyoruz. Hatta öldürüyoruz. Ortadoğu’nun içler acısı halini, Uygur Türklerine yapılan zulmü, Amerika’daki Kızılderilileri veya Nazi Almanyası’ndaki Yahudi soykırımını hatırlamak ne demek istediğimi anlatmak için yeterli olacaktır.
                “Yaratılan’ı severiz, Yaratan’dan ötürü.” (Yunus Emre)
                Farklılıklara duyulan saygıyı tamamlayan hatta daha doğru bir tanımla ön koşulu ve tamamlayıcısı ise iyi niyet. Eğer iyi niyetli olursak, iyi bir insan olmaya gayret edersek- etik kurallara uymakta buna dahil edilebilir- ve çevremize bu yaklaşımla bakarsak ancak farklılıklar zenginliğimiz olur. Aksi takdirde ise yukarıda örneklerini verdiğim şekliyle farklılıklar birer tehdit unsuru olarak karşımıza çıkar ve ortadan kaldırılmaları gerekir.
 İyi niyetin en karakteristik özelliklerinden biri kişiden kişiye değişmemesi gerektiğidir. Biraz uç bir ifade olabilir ancak üzerine basılan çiçeğin ayakkabı tabanında hoş bir koku bırakan çiçek gibi olabilmektir önemli olan ve zor olan. Zordur çünkü tüm bu iyi niyetine karşı, bunu suistimal edenler olacaktır, anlamayanlar olacaktır, hak etmeyenler de olacaktır. Tüm bunlara rağmen iyi niyetli olabilirsen eğer büyük bir savaşçı olabilirsin. Böylece herkesi kucaklayabilirsin çünkü iyilik dünyayı değiştirebilir. 
(Okuma önerisi : İyilik Günlükleri Üzerine ( Netflix Dizisi – İyilik Günleri’nden esinlenilmiştir.)

                Farklılıklara saygı duyma, doğası gereği içinde karşı tarafın doğru veya haklı, senin ise yanlış veya haksız olduğun durumların olma olasılığını da barındırır. Burada önemli olan hangi tarafın haklı olduğundan ziyade, doğrunun ne olduğudur ve gerektiğinde yanlış olduğunu kabul etme erdemini gösterebiliyor olmaktır. Bu kabul, bir değişimi tetikler. Doğruyu kabul etmeli, doğruya doğru değişmeli ve yeni duruma adapte olmalıyız.  
(Okuma Önerisi : Montaigne-Doğruluk Kaygısı )

              Yanlışını veya eksiğini kabul edip, doğruya yönelme aslında sorumluluk sahibi olmanın, hareket, düşünce ve davranışlarından sorumluluk almanın diğer bir ifadesidir. Bu durumda sorumluluk almak ise beraberinde yardım istemeyi getirir. Ama günümüzde unuttuğumuz bir şey var. O da Cem Yılmaz’ında gösterilerinde eleştirdiği “Bilmiyorum” demek. “Bilmiyorum, bana yardım edin.” Demenin çok normal olduğunu önce benimsememiz gerekir. Çünkü bilmiyorsun, yanlışsın veya eksiksindir ve bunu düzeltmen, öğrenmen gerek. Sana yardım edecek, kolundan tutup kaldıracak kişiler, iyi ilişkilerin olan insanlardan başkası değildir. Bunlar eşiniz, dostunuz, takım arkadaşlarınız olabilir. Ancak insanlar, sevmediği, iyi ilişkileri olmayan birine en azından istekli bir şekilde yardım edip, bilgilerini paylaşmak istemeyebilir. Az önce üzerine basılan çiçek örneğini verdiğimin farkındayım ancak yine de böyle bir gerçekliğin olduğunu da göz ardı edemeyiz. En nihayetinde bunlar , benim benimsediğim ve uygulamaya özen gösterdiğim ilkeler.





O yüzden gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki; paylaşmak, bana göre bu hayattaki en önemli davranışlarımızdan biri. Bilgiyi, sevgiyi, saygıyı, malı-mülkü ve hatta gerektiğinde organlarımızı. İşte nihai mutluluk kaynağı bu. Çevrene fayda sağlayabilmek. Eğer bunu daha tatmin edici, haz verici bir duruma döndürmenin yolu ise kendi ürettiğin bir şeyi paylaşmaktan geçiyor. Tüm bunları yazmam ve sizinle paylaşmam aslında böyle bencilce bir sebepten. Hatta Bora Özkent’ in bir konuşmasında da belirttiği şu nokta dikkate değer. En azından bakış açımızı biraz değiştirebilir. Kısaca şöyle söylemişti. “Eğer hobi adıyla yaptığınız aktivitelerin -kitap okumak, seyahat etmek, fotoğrafçılık vs – sonucunda bir şey üretip, bunu paylaşmıyorsanız onun adına hobi denmez.  Örneğin, Eğer yaptığınız seyahatlerdeki notlarınızı, gözlemlerinizi, önerilerinizi, fotoğraflarınızı derleyip bir blogda yazıyor ve insanlarla paylaşıyorsanız, işte o zaman bu bir hobidir.” Tabi ki her yapılan hobiyi bu çerçevede değerlendiremeyebiliriz ancak konunun ana temasını anladığınızı düşünüyorum.



Bu üretme ve paylaşma yaklaşımının iş yaşamındaki karşılığını düşündüğüm de dikkat ettiğim bir ön koşul var. İşini iyi yap, sonrasında üret ve bunu herkesle paylaş ama en önemlisi işini çok iyi yap. En azından bunun için tüm gücünle çabala. Çünkü ülkemiz işini memur zihniyetiyle yapanların, işini çalakalem yapanların ve sonunda kaçmayı düşünenlerin ülkesi. Tek ihtiyacımız var Atatürk’ün dediği gibi o da çalışkan olmak. Kaçınılmaz olarak öyle zamanlarımız olacak ki elimizden gelenin en iyisini yapsak bile başarısız olacağız, çuvallayacağız ve hatta belki de en dibe vuracağız. Pes mi etmeylizi yoksa mücadele edip, son gücümüze kadar savaşıp en sonunda gönül rahatlığı ile “Zaferden değil, seferden sorumluyuz.” mu demeliyiz? Ben 2. Kısımda olmalı tercih ediyorum. ( Zaferden değil, seferden sorumluyuz yazım için tıkla)



 “Baş köşeyi bırak, senin baş köşen yoldur. Gözünü yıldızlara dik, yol ara. Rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır. İnsanın adam akıllı çalışmaya kul olması gerekir. Hangi işe girişirsin ve o işte sana ölüm bile hoş gelirse, işte sevdiğin iş, o iştir.” (Mevlana)
               
                Tüm bu mücadelenin için, tüm bu değişimler yaşanırken 2 çok ama çok önemli noktayı gözden kaçıramayız. Bunlar sorumluluk almamız gereken, bilinçli olmamız ve bu bilinci yaymamız gereken alanlar çünkü geçmişe kıyasla günümüzde daha fazla hatta alarm seviyesinde önem arz ediyor. İlki Toplumsal Duyarlılık. Giderek bencilleşen dünyada her şey ‘Ben’ in etrafında dönüyor ve biz selfie kültürünün ortasında çırpınmaya mahkum edildik. Kim tarafından? Yine kendimiz. Herkes kişisel gelişmeye çalışıyor. Peki toplumsal gelişmeyi nasıl sağlayacağız? Yaptığımız her hareketi bunun çevreme ve topluma ne faydası var perspektifinden düşünmeliyiz belki de ve bu hassasiyetle yaptıklarımız kimin hayatına dokundu diye sorgulamalıyız. Çünkü eğer bir kişinin hayatını değiştirebilirsek, dünyayı değiştirebiliriz. Bu nedenle dünyada görmek istediğimiz değişimin parçası olmalıyız diyor Gandhi. Biz değiştirirsek, dünya değişir ama önce kendimizi değiştirmeli, bu faydayı başkalarıyla paylaşmalıyız.

                
2. konu ise Doğal Yaşama Saygı-Çevre Bilinci. İnsanoğlu olarak dünyayı her geçen gün daha yaşanmaz hale getiriyoruz. Geri dönüşü olmayan noktalara gelindi ve geçildi. Buzullar eriyor, su seviyesi yükseliyor, su kaynakları azalıyor, okyanuslarda plastik atıklar inanılmaz seviyelerde ve iklimler değişiyor. Biz de bu hızlı değişime tanıklık ediyoruz. Çok uzun zamandır kış  ayı dahi yaşamıyoruz. 15 yıl önce kar yağışıyla okulların bir hafta tatil olduğu zamandan, kış boyunca hiç kar yağmayan zamana geldik. Sadece 15 yıl içinde. Bu konuyu daha derinlemesine incelemek isteyenler için 1 rapor , 2 belgesel paylaşmak istiyorum.
1.       Küresel İlkim Raporu
3.       25 Litre Belgeseli
Bu nedenle birey olarak çevreye karşı borçluyuz çünkü bu dünyayı bizden sonraki nesillere bırakacağız ve tek yaptığımız sınırsız ekonomik büyüme adına emanete ihanet etmek. Musluğu açıp boşa akıtarak ihanet ediyoruz, ihtiyaç dışı kullandığımız araçlar ile ihanet ediyoruz, tek kullanımlık plastikler ile ihanet ediyoruz. Çok yüksek ihtimalle sonuçlarına biz bile tahmin edemeyeceğimiz boyutlar katlanmak zorunda kalacağız ancak beni korkutan 100-200 yıl sonraki durum. İşte uykularımızı kaçırması gereken nihai soru(n). İşte sonumuzu getirebilecek mirasımız bu.

                Biraz uzun bir yazı olduğunun farkındayım ancak tüm bunlar sizinle paylaşmak istediklerimin kısa özeti. Destekleyici birkaç doküman,video ile beraber. Başında da bahsettiğim gibi hiçbir şey vaat etmeyen 15 ilke. Barney Stinson’un “Bro-Code”’u gibi ama asla 15 maddede mutluluğun sırrı falan değil. Kalın sağlıcakla.

03.03.2020
Seyfi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder