2019’un ortalarında yazdığım “Yaşadım
Diyebilmek için” adlı yazımda Nazım Hikmet’in yazıyla aynı adı taşıyan
şiirinden alıntı yaparak “Ne demek yaşadım diyebilmek?” gibi soruları
kendime sormaya çalıştığımdan bahsetmiş ve bunun için kendimizin, çevremizin ve
yaşadığımız anların farkına varmamız gerektiğini söylemiştim. Bu yazımda farkındalık
kısmını biraz irdelemek istiyorum.
Zaman, biz geçtiğinin farkına bazen
varmasak bile durmadan akıp gidiyor. Biz ise bu hengamenin içinde yuvarlanıyoruz.
Düşünmeden, görmeden, işitmeden ve yaşamadan. ‘Anı yaşa’ diye çevrilen ‘Carpe
Diem’ aslında daha doğru çevirisiyle ‘Anı Yakala’ anlamına geliyor. Ne demek
olduğunu Ölü Ozanlar Derneği filminde Robin Williams'ın(R.I.P) canlandırdığı Edebiyat öğretmeni John Keating'ten öğrenelim. (Türkçe Dublajlı Versiyon)
Anı yakalamak için insanın
çevresinin ve kendisinin farkında olması ve bunları gözlemleyebiliyor olması
gerekiyor. Geçenlerde katıldığım bir komedi gösterisinde komedyenin
gözlemleyerek tespit ettiklerini anlatırken, arka sırada oturan seyircilerden
bazısı srekli olarak "Aaa, evet, gerçekten doğru" diyerek, bir çeşit
aydınlanma yaşıyorlardı. Hepimizin gördüğü ancak biri anlatınca farkına
vardığımız onca şeyi düşünme kısmını size bırakmadan önce farkındalık ile ilgili bir film ve 2 kitap önermek istiyorum.Dingin Savaşçı(Peaceful Warrior) filmi ve Doğan Cüceloğlu'nun Savaşçı ve Gerçek Özgürlük kitapları. Farkındalık alanında çok farklı ufuklar açacağına inanıyorum.
6 yıl kadar
önce Doğan Cüceloğlu’nun Gözlemler
adlı yazılarını okuduktan sonra , ben de biraz özenip ‘Acaba ben de çevreme bu
farkındalık ile bakabilir miyim?’ diyerek çabalamış ve gözlemlediklerimi 8
yazılık Gözlemler
adlı bir seri (1 , 2 , 3 , 4 , 5 , 6 , 7 , 8 , 9) halinde blogumda yayınlamıştım.(Özendiğimi söylemiştim.:)) Tüm bu
çabalar Dışfarkındalık ile ilgili ve bakın farkındalık bakışı ile Thich
Nhat Hanh, yürüme gibi basit bir deneyimi nasıl tanımlıyor?(Kendini İçinde Ara - Chade-Meng Tan)
“İnsanlar genellikle suyun üzerinde ya da havada yürümeyi mucize olarak tanımlar. Bence gerçek mucize havada veya suda yürümek değil, bu gezegende yürümektir. Her gün mucizelerle yaşıyoruz ama farkında bile değiliz. Mavi gökyüzü, beyaz bulutlar, yeşil yapraklar, kara gözlü çocuğun meraklı bakışları, kendi iki gözümüz. Hepsi birer mucize.”
Şimdi ise
Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir.” Diye ifade ettiği Özfarkındalık
kısmından yani kendinin, değerlerinin, amaçlarının farkında olmak kısmına
geçmek istiyorum. Hatta biraz daha spesifik olarak, kendimce belirlediğim, bana
yol gösteren ve her zaman aklımda ilkeler, prensipler. Hiçbir şey vaat etmeyen prensipler
ama ‘yaşadım’ diyebilmek için kulağıma küpe yaptıklarım. Hiçbir şey vaat
etmeyen diyorum çünkü öyle bir çağda yaşıyoruz ki başarı diye tanımladığımız
her şeye ulaşmak çok kolay. Birilerinin elinde Alaaddin’in Sihirli Lambası var
ver her ovaladıklarında lambadan çıkan cin şöyle şeyler söylüyor. 3 Günde
Yağlarınızdan Kurtulun, 5 Maddede Milyoner Nasıl Olunur? , Patronunuzu
Etkilemenin 4 Sihirli Adımı. Hiçbir şey
vaat etmiyorum dememin sebebi, bu şekilde anlaşılmaktan korkmak. Aksi halde
yıllarca çalışıp, iş hayatında, sanatta veya herhangi bir alanda başarılı olmuş
insanların paylaştığı hayat dersleri tabi ki altın değerinde. Hatta benim böyle
bir yazıyı yazmamdaki etkende bu paylaşılan hayat dersleri. Okuduğum, dilediğim
bu derslerden tabi ki herkes gibi ben de çok ilham alıyorum ancak şunu fark ettim
ki ben aslında pasif roldeyim. Dinleyici veya okuyucu olarak. Bunu fark edince
kendime şu soruyu sordum. “Benim de ilkelerim var ama bunlar neler? Bu hayat
yolunu yürürken hangi değerlere dikkat ediyorum?” İşte bu sorunun ardından düşündüm,
yazdım, karaladım, değiştirdim ve en nihayetinde bir çerçeveye oturtabildiğim
birazdan paylaşacağım 15 maddeyi oluşturdum. Bu 15 madde her günüme anlam ve
farkındalık katmama yardımcı olan ilkeler, değerler. Ne derseniz, deyin. İlkelerimi
paylaştıktan sonra bir önem sırası olmaksızın biraz içlerini doldurmak adına
detaylandıracağım.
İlkelerim
1.
Değişimi Kabullenme ve Uyum Sağlama
2.
İyi Niyetli Olma ve Etik Kurallara Dikkat
3.
Doğruluk Kaygısı
4.
Gelişim ve Sürekli Öğrenme
5.
İşinin
Hakkını Vermek ve En iyisi için Çabalamak
6.
Toplumsal Duyarlılık
7.
Çevre Bilinci
8.
Merak-Öğrenme Tutkusu
9.
Sorumluluk Duygusu
10.
Üretkenlik ve Paylaşım
11.
Mücadele Ruhu
12.
Şans-Kader
13.
Kararlılık ve Sabır
14.
Farklılıklara Saygı
15. İyi İlişkiler Kurma
“Aynı nehirde iki kez
yıkanamazsın.” diyor Herakleitos. Geçmiş zaman yerine şimdiki zaman
kullanıyorum çünkü gramer olarak dahi olsa bunun geçmişte kalmış bir söz olarak
bilinçaltına dahi yerleşmesini istemiyorum. Değişim – transformasyon,dönüşüm-
günümüzün en önemli olgularından biri ve kanımca en önemlisi. Yaşamın her alanında
bu değişimi deneyimliyoruz. Teknoloji ve ekolojik değişimler- ekolojik bozulma daha
doğru bir kavram olur- her gün gündemi meşgul eden konular arasında.
Bu değişim biz
bazen kabul etmekte zorlansak veya inanmasak bile kaçınılmaz. Bu sebeple
değişimi kabullenme ve uyum sağlama yeteneği en kritik yetkinliklerden biri.
Her ne kadar zor kısım değişimi kabullenme gibi görünse de, bence asıl önemli
ve zor kısmı bundan sonraki aşama. O da değişime ayak uydurmak için sürekli
öğrenmek ve gelişmek zorunda oluşumuz. Şanslıyız ki yaşadığımız dönem,
tarih boyunca bilgiye ulaşım açısından en rahat imkanlara sahip olduğumuz bir dönem.
O noktada üzülerek belirtmeliyim ki hiçbir mazeretimiz yok. Esas olan bunca
kaynağı nasıl değerlendirdiğimiz. (Serdar Kuzuloğlu'nın MZV Gençlik Zirvesi'ndeki konuşmasına kulak verelim.)
2 temel unsur
bizim bu kaynaklardan yararlanmamıza yardımcı olabilir. Bunlar Merak(Öğrenme
Tutkusu) ve Kararlılık(Sabır). Bu ana unsurların yanı sıra destekleyici olarak
kitap okuma ve iç motivasyonun sürdürebilirliğinin sağlanması, alınan verimi
artıracaktır. Bunlara sahip olmak ve
yapabilmek, değişimin bu denli hızlı olduğu bir zamanda en azından bize
günümüzde tutunabilme şansı verebilir.
Tabi ki tek
değişen biz ve çevremiz değil. Her şey değişiyor ve sonucunda farklılıklar
hızla artıyor. Farklı sosyal normlar, karakter yapıları, kuşaklar, iş ve özel
yaşam. Hepsi bu değişimden direk olarak etkileniyor. Aynı değişimde olduğu
gibi, farklılıkları da kabullenmeli ve saygı duymalıyız ancak günümüzün en
önemli paradokslarından birini de bu durum oluşturuyor. Bir yandan farklılık
zenginliğimizdir sloganları atarken, diğer yandan farklı düşündükleri, farklı
giyindikleri, farklı inandıkları veya farklı değerleri olduğu için insanları
ayırıyoruz. Hatta öldürüyoruz. Ortadoğu’nun içler acısı halini, Uygur
Türklerine yapılan zulmü, Amerika’daki Kızılderilileri veya Nazi
Almanyası’ndaki Yahudi soykırımını hatırlamak ne demek istediğimi anlatmak için
yeterli olacaktır.
“Yaratılan’ı severiz, Yaratan’dan ötürü.” (Yunus Emre)
Farklılıklara
duyulan saygıyı tamamlayan hatta daha doğru bir tanımla ön koşulu ve
tamamlayıcısı ise iyi niyet. Eğer iyi niyetli olursak, iyi bir insan olmaya
gayret edersek- etik kurallara uymakta buna dahil edilebilir- ve çevremize bu
yaklaşımla bakarsak ancak farklılıklar zenginliğimiz olur. Aksi takdirde ise
yukarıda örneklerini verdiğim şekliyle farklılıklar birer tehdit unsuru olarak
karşımıza çıkar ve ortadan kaldırılmaları gerekir.
(Okuma önerisi : İyilik Günlükleri Üzerine ( Netflix Dizisi – İyilik Günleri’nden esinlenilmiştir.)
Farklılıklara
saygı duyma, doğası gereği içinde karşı tarafın doğru veya haklı, senin ise
yanlış veya haksız olduğun durumların olma olasılığını da barındırır. Burada önemli
olan hangi tarafın haklı olduğundan ziyade, doğrunun ne olduğudur ve gerektiğinde
yanlış olduğunu kabul etme erdemini gösterebiliyor olmaktır. Bu kabul, bir
değişimi tetikler. Doğruyu kabul etmeli, doğruya doğru değişmeli ve yeni duruma
adapte olmalıyız.
(Okuma Önerisi : Montaigne-Doğruluk Kaygısı )
(Okuma Önerisi : Montaigne-Doğruluk Kaygısı )
Yanlışını veya eksiğini
kabul edip, doğruya yönelme aslında sorumluluk sahibi olmanın, hareket, düşünce
ve davranışlarından sorumluluk almanın diğer bir ifadesidir. Bu durumda
sorumluluk almak ise beraberinde yardım istemeyi getirir. Ama günümüzde unuttuğumuz
bir şey var. O da Cem Yılmaz’ında gösterilerinde eleştirdiği “Bilmiyorum”
demek. “Bilmiyorum, bana yardım edin.” Demenin çok normal olduğunu önce
benimsememiz gerekir. Çünkü bilmiyorsun, yanlışsın veya eksiksindir ve bunu
düzeltmen, öğrenmen gerek. Sana yardım edecek, kolundan tutup kaldıracak
kişiler, iyi ilişkilerin olan insanlardan başkası değildir. Bunlar eşiniz,
dostunuz, takım arkadaşlarınız olabilir. Ancak insanlar, sevmediği, iyi
ilişkileri olmayan birine en azından istekli bir şekilde yardım edip,
bilgilerini paylaşmak istemeyebilir. Az önce üzerine basılan çiçek örneğini
verdiğimin farkındayım ancak yine de böyle bir gerçekliğin olduğunu da göz ardı
edemeyiz. En nihayetinde bunlar , benim benimsediğim ve uygulamaya özen
gösterdiğim ilkeler.
O yüzden gönül
rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki; paylaşmak, bana göre bu hayattaki en
önemli davranışlarımızdan biri. Bilgiyi, sevgiyi, saygıyı, malı-mülkü ve hatta
gerektiğinde organlarımızı. İşte nihai mutluluk kaynağı bu. Çevrene fayda
sağlayabilmek. Eğer bunu daha tatmin edici, haz verici bir duruma döndürmenin
yolu ise kendi ürettiğin bir şeyi paylaşmaktan geçiyor. Tüm bunları yazmam ve
sizinle paylaşmam aslında böyle bencilce bir sebepten. Hatta Bora Özkent’ in bir
konuşmasında da belirttiği şu nokta dikkate değer. En azından bakış açımızı biraz
değiştirebilir. Kısaca şöyle söylemişti. “Eğer hobi adıyla yaptığınız
aktivitelerin -kitap okumak, seyahat etmek, fotoğrafçılık vs – sonucunda bir
şey üretip, bunu paylaşmıyorsanız onun adına hobi denmez. Örneğin, Eğer yaptığınız seyahatlerdeki
notlarınızı, gözlemlerinizi, önerilerinizi, fotoğraflarınızı derleyip bir
blogda yazıyor ve insanlarla paylaşıyorsanız, işte o zaman bu bir hobidir.”
Tabi ki her yapılan hobiyi bu çerçevede değerlendiremeyebiliriz ancak konunun
ana temasını anladığınızı düşünüyorum.
Bu üretme ve
paylaşma yaklaşımının iş yaşamındaki karşılığını düşündüğüm de dikkat ettiğim
bir ön koşul var. İşini iyi yap, sonrasında üret ve bunu herkesle paylaş ama en
önemlisi işini çok iyi yap. En azından bunun için tüm gücünle çabala. Çünkü
ülkemiz işini memur zihniyetiyle yapanların, işini çalakalem yapanların ve
sonunda kaçmayı düşünenlerin ülkesi. Tek ihtiyacımız var Atatürk’ün dediği gibi
o da çalışkan olmak. Kaçınılmaz olarak öyle zamanlarımız olacak ki elimizden
gelenin en iyisini yapsak bile başarısız olacağız, çuvallayacağız ve hatta
belki de en dibe vuracağız. Pes mi etmeylizi yoksa mücadele edip, son gücümüze
kadar savaşıp en sonunda gönül rahatlığı ile “Zaferden değil, seferden
sorumluyuz.” mu demeliyiz? Ben 2. Kısımda olmalı tercih ediyorum. ( Zaferden
değil, seferden sorumluyuz yazım için tıkla)
“Baş köşeyi bırak, senin baş köşen yoldur.
Gözünü yıldızlara dik, yol ara. Rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır.
İnsanın adam akıllı çalışmaya kul olması gerekir. Hangi işe girişirsin ve o
işte sana ölüm bile hoş gelirse, işte sevdiğin iş, o iştir.” (Mevlana)
Tüm
bu mücadelenin için, tüm bu değişimler yaşanırken 2 çok ama çok önemli noktayı gözden
kaçıramayız. Bunlar sorumluluk almamız gereken, bilinçli olmamız ve bu bilinci
yaymamız gereken alanlar çünkü geçmişe kıyasla günümüzde daha fazla hatta alarm
seviyesinde önem arz ediyor. İlki Toplumsal Duyarlılık. Giderek bencilleşen
dünyada her şey ‘Ben’ in etrafında dönüyor ve biz selfie kültürünün ortasında
çırpınmaya mahkum edildik. Kim tarafından? Yine kendimiz. Herkes kişisel
gelişmeye çalışıyor. Peki toplumsal gelişmeyi nasıl sağlayacağız? Yaptığımız
her hareketi bunun çevreme ve topluma ne faydası var perspektifinden
düşünmeliyiz belki de ve bu hassasiyetle yaptıklarımız kimin hayatına dokundu
diye sorgulamalıyız. Çünkü eğer bir kişinin hayatını değiştirebilirsek, dünyayı
değiştirebiliriz. Bu nedenle dünyada görmek istediğimiz değişimin parçası
olmalıyız diyor Gandhi. Biz değiştirirsek, dünya değişir ama önce kendimizi
değiştirmeli, bu faydayı başkalarıyla paylaşmalıyız.
2. konu ise Doğal Yaşama Saygı-Çevre
Bilinci. İnsanoğlu olarak dünyayı her geçen gün daha yaşanmaz hale getiriyoruz.
Geri dönüşü olmayan noktalara gelindi ve geçildi. Buzullar eriyor, su seviyesi
yükseliyor, su kaynakları azalıyor, okyanuslarda plastik atıklar inanılmaz
seviyelerde ve iklimler değişiyor. Biz de bu hızlı değişime tanıklık ediyoruz. Çok
uzun zamandır kış ayı dahi yaşamıyoruz.
15 yıl önce kar yağışıyla okulların bir hafta tatil olduğu zamandan, kış
boyunca hiç kar yağmayan zamana geldik. Sadece 15 yıl içinde. Bu konuyu daha
derinlemesine incelemek isteyenler için 1 rapor , 2 belgesel paylaşmak
istiyorum.
Bu nedenle birey olarak çevreye
karşı borçluyuz çünkü bu dünyayı bizden sonraki nesillere bırakacağız ve tek
yaptığımız sınırsız ekonomik büyüme adına emanete ihanet etmek. Musluğu açıp boşa
akıtarak ihanet ediyoruz, ihtiyaç dışı kullandığımız araçlar ile ihanet
ediyoruz, tek kullanımlık plastikler ile ihanet ediyoruz. Çok yüksek ihtimalle
sonuçlarına biz bile tahmin edemeyeceğimiz boyutlar katlanmak zorunda kalacağız
ancak beni korkutan 100-200 yıl sonraki durum. İşte uykularımızı kaçırması
gereken nihai soru(n). İşte sonumuzu getirebilecek mirasımız bu.
Biraz
uzun bir yazı olduğunun farkındayım ancak tüm bunlar sizinle paylaşmak
istediklerimin kısa özeti. Destekleyici birkaç doküman,video ile beraber. Başında
da bahsettiğim gibi hiçbir şey vaat etmeyen 15 ilke. Barney Stinson’un “Bro-Code”’u
gibi ama asla 15 maddede mutluluğun sırrı falan değil. Kalın sağlıcakla.
03.03.2020
Seyfi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder