Hayat, bir yarış mıdır? Hiç şüphesiz öyle.
Size sorsam aynı soruyu, muhtemelen büyük bir çoğunluk hayatın bir yarış
olduğunda hem fikir olacaktır. Ancak ne tür bir yarıştır bu dersem, işte asıl
önemli olan bu soruya verdiğimiz cevap.
En genel ifadeyle
iki tür cevap olduğuna inanıyorum. Birincisi bu yarışta başarıya ulaşmanın tek
amaç olduğu ve o amaca nasıl ve hangi yollardan ulaşıldığının pek önemli
olmadığı cevabı. Bu başarı olaydan olaya değişen küçük hedefler, istekler
olabileceği gibi, hayat boyu ulaşılmak istenen bir hedefte olabilir tabi. İkinci
cevap ise önemli olan o başarıya nasıl ulaştığın, ulaşmaya çalıştığın ve hatta
çoğu kez nasıl ulaşamadığın. Yani zafer değildir önemli olan, seferin kendisidir.
Seferden ne öğrendiğindir. Seferden keyif almandır. Zafere ulaşamasan da kendine
ve çevrene kattıklarındır. Mutluluğun bunda olduğunun farkına varmandır. “İyi işler yapmak için çalış, zenginlik için
değil.” ve “İşini iyi yaparsan,
başarı seni takip eder.” diyor Amir Khan 3 Aptal(3 Idiots) filminde. Çünkü
iyi şeyler yapmanın hep daha fazlası vardır. İşini her zaman daha iyi yapmak
için çabalayabilirsin, çabalamalısın. Böylece başarıya ulaştığında birlikte
gelen rahatlama hissine kapılarak, mücadeleyi bırakabilme riskiyle
karşılaşmazsın. Mevlana bu konuya şöyle açıklık getiriyor. “Baş köşeyi bırak, senin baş köşen yoldur. Gözünü yıldızlara dik, yol
ara. Rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır. İnsanın adam akıllı çalışmaya
kul olması gerekir. Hangi işe girişirsin ve o işte sana ölüm bile hoş gelirse,
işte sevdiğin iş, o iştir.” Bill Gates’in şu sözüyle hayatın tanımını
netleştirelim. “Kendimden başka kimseyle
yarış içinde değilim. Hedefim, sürekli kendimi geliştirmek.” Evet, hayat
bir yarıştır insanın kendisiyle yaptığı. Hayat, yolda olmaktır, yolda kalmaktır,
yol aramaktır.
İşte vizyona
yeni giren Asfaltın Kralları (Orijinal adı: Le Mans’66) filminin final
sahnesini izledikten sonra aklımda çakan bu düşünceler oldu. Zaferden değil,
seferden sorumluyuz. Filmden çıkardığım 7
dersten 7. si bu. Şimdi diğer altısından da kısaca bahsetmek istiyorum.
Film, 1966
yılında düzenlenen Le Mans 24 saat yarışının gerçek hikayesini ele alıyor. Uzun
yıllar yarış pistlerine hakim olan Ferrari’yi yenmek için yola çıkan Amerikalı
bir ekibin yaşadıkları. Bu işi başarması için güvenilen 2 kişi var. Caroll
Shelby ve İngiliz şoför Ken Miles.
Yola bir hayal ile çıkıyorlar. Ferrari’yi
yenecek , dünyanın en iyi yarış arabasını tasarlamak ve yarışta onları alt
etmek. Shelby’e göre bunu yapabilecek tek kişi Ken Miles. Ken, anlaşması zor,
aksi biri. Ford’un “kurumsal” imajına uygun olmayan biri olarak göze batıyor ve
bu , böyle bir başarı olacaksa ne olursa olsun kendi başarısı olması
gerektiğini düşünen şirketin üst düzey yöneticilerinden birini rahatsız ediyor.
Kurumsal açgözlülüğü uğruna , yarışı kaybetmesine sebep olacak dahi olsa,
yarışa başka bir pilotu sokmaya çalışıyor.
Ken, sorumluluk alan, hedefe inanan,
hayalperest ancak ayakları da yere basan biri. Bir gün oğlu ile gecenin
karanlığında yarış pistine oturarak şu soruyu soruyor ona uzakları göstererek. “Oraya
piste bak. Orada, atılmayı bekleyen mükemmel yarış turu var. Görüyor musun?”
Oğlu, “Galiba görüyorum.” deyince. “Çoğu
insan göremez.” Diyor. Başarıya ulaşması için, yapılması gerekenlerin hayalini kuruyor,
gözünde canlandırıyor. Ne yapacağını ve
nasıl yapacağını bilerek. Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sürerken en
kritik günlerde Ankara’da Maarif Kongresi’ni toplarken bu düşüncede olduğunu
düşünüyorum. İleride zaferi görüyor, ne yapacağını biliyor ve zafer sonrasına
da hazırlanıyor. “Eğer hayal edebilirsen,
her şey mümkündür.” Diye bir söz var hoşuma giden. Ancak hayal, sadece ilk
ve kolay kısmı. Aslında şöyle olmalı söz.
“Eğer hayal edebiliyorsan ve bunu gerçekleştirecek kararlılık ve azmin varsa
her şey mümkündür.”
Dahası Ken, yapımın her aşamasında bizzat
çalışıyor, aracı test ediyor. Mücadeleyi, çalışkanlığı bir an olsun bırakmıyor.
Aracın, motorun limitlerini biliyor ve ona göre bilinçli risk alıyor. “Eğer” diyor “limitleri zorlayacaksan, o limitlerin nerede olduğunu bilmen gerekir.”
Yarış günü yaklaşırken, çoğu kimsenin inanmadığı Ferrari’ye karşı bir zafer
için oğlunun “Ferrari’yi yenebileceğini düşünüyor musun?” sorusunu “Deneyebilirim.”
diyor. “Deneyebilirim.” Başarısız olabilirim ancak en azından deneyebilirim.
En önemlisi nokta ise final sahnesinde
rekorlar kırdığı, Ferrari’yi alt ettiği ve şampiyonluğu kazandığı yarışın
sonunda aynı üst düzey yöneticinin açgözlülüğü için yaptığı bir yarış aldatmacası
sonucunda kurallar gereği birinci değil, ikinci olduğunda Ken’ in Shelby’e kurduğu
cümle. “Bana şampiyonluğu değil, direksiyonun sözünü vermiştin.” Ben seferden keyif
aldım, benim için önemli olan şampiyon olmak değil, yarışmaktı diyor.Özetle
film, vizyoner olmayı(1), çalışkanlığı ve mücadele ruhuna sahip olmayı(2), risk
almayı(3) ancak limitlerini de bilmeyi(4), hayatın inişler ve çıkışlarla dolu
olduğunu(5), en azından deneyecek cesarete sahip olmayı(6) ve zaferden değil,
seferden sorumlu olmayı(7) anlatıyor. Tabi görüntü ve ses efektleri ile birlikte
filmden aldığın keyif tuzu, biberi. Zafer, sefer ilişkisinin mutluluk açısından
değerlendirmesi de var tabi ancak o kısma girmeden sözü Oytun Erbaş’a
bırakıyorum.
Seferden keyif
alanlardan olmak ümidiyle.
_______________________
İlave :
_______________________
İlave :
Bir gün yine günümüze ışık tutmuştu @seyfiserifoglu ...
YanıtlaSilKesinlikle izleme sırasına koyun arkadaşlar. Good Will Hunting Dahilerle ilgili filmler kategorisine girmiş ödüllü güzel bir film. Herkesin izlemesi gerekli diye düşünüyorum.
YanıtlaSilSüper Zekalı İnsanları Konu Alan Filmler
Zeki Öğrenci Filmleri önerileri
Zeki İnsan Filmleri tavsiyeleri