Ülkemizde salgının üç ayını geride
bıraktık. Kendi adıma bu dönemden öğrenebilmiş olmamızı dilediğim tek ders var.
O da hayattaki tüm mutluluk kaynağının küçük şeylerde gizli olduğu gerçeği.
Dışarı çıkabilmek, sevdiklerimizle görüşebilmek, kucaklaşabilmek hatta rahatça
nefes alabilmek bile ne büyük mutlulukmuş meğer.
“İnsanlar genellikle suyun üzerinde ya da havada yürümeyi mucize olarak tanımlar. Bence gerçek mucize havada veya suda yürümek değil, bu gezegende yürümektir. Her gün mucizelerle yaşıyoruz ama farkında bile değiliz.”(Kendini İçinde Ara - Chade-Meng Tan)
Ancak üzücü olan şu ki yarın bu salgın
dönemini tamamen atlatsak, yine eski telaşlı, huzursuz ve mutsuz hayatlarımıza
dönerek bundan şikayet etmeye başlarız. Bu konuda en ufak şüphe dahi duymuyorum.
Çünkü insanoğlunun binlerce yıldır aradığı, yanı başında olduğu halde
bulamadığı tek şey; öyle sanıyorum ki mutluluk. Hem de bu kadar küçük şeyler
bize bu mutluluğu sağlarken.
Endüstriyel ve modern yaşamın küresel
bir telaş çağı başlattığı ve bu sebeple tüm bu şikayetlerimizin haklı ve
geçerli olduğu gerçeğini göz ardı etmiyorum ancak bunun kolaycılık olduğunu da
belirtmek zorundayım. Zira bu düşüncem Bertrand Russell’ın yaklaşık 100 yıl
önce yazdığı Mutlu
Olma Sanatı kitabını okuyunca iyice pekişti. Çünkü insan psikolojisi ve
ruhu bazı yönleriyle insanlık tarihi boyunca nüfuz edilmesi olanaksız kale duvarları
arkasında korunuyor ve değişmiyor.
Mutluluğun yolları hiç değişmezken mutluluğu
aradığımız yanlış yerlerde değişmiyor. Köyden kente, doğadan betona koşuyoruz
ve mutluluğu arıyoruz ancak bir asır önce modern şehir yaşamının bu denli ağırlıkta
olmadığı zamanlarda bile şunu diyor Bertrand Russell.
“Modern şehir halkının çektiği can sıkıntısı, doğadan uzak kalışından kaynaklanır.”
Sosyal medya
aracılığıyla günümüzde ideal ve mükemmel hayatları, özenerek hatta çoğu kez
kıskanarak izleyip, kendi hayatlarımızla karşılaştırıyor, kendi hayatlarımızı
değersizleştiriyor ve kaçınılmaz olarak mutsuzlaşıyoruz. 100 yıldır hiçbir şeyin değişmediğine şahitlik etmek için tekrar Bertrand Russell’a
kulak verelim.
“Eskiden insanlar sadece komşularını çekemezlerdi, çünkü başkaları hakkında pek az bilgileri olurdu. Bugün ise, iletişim olanaklarının artması nedeniyle hiç tanımadıkları insanlar hakkında bile genel olarak çok şey biliyorlar. Filmlerden izledikleriyle zenginlerin yaşam biçimlerini bildiklerini sanıyorlar. … Bugünkü haliyle uygar insanoğlu, nefrete dostluktan daha fazla eğilimlidir. Nefrete eğilimlidir, çünkü yaşamdan hoşnut değildir, çünkü yaşamın anlamını yitirdiğini, dünya nimetlerinin tadını başkalarının çıkardığını kendisinin birçoğundan yararlanamadığını hissetmektedir.”
“Akıllı bir adam için, elinde bulunanlar , başkalarının sahip oldukları nedeniyle değerlerini yitirmezler.”
Mutluluğu satın aldıklarımızda, elde
ettiğimiz başarılarda, ulaştığımız hedeflerde arıyoruz. “Mutluluğun yolu
yoktur, mutluluk bir yoldur.” ve “Yolun kendisi bir yere varmaktan daha
güzeldir.” diyor Buddha 2500 yıl önce. Biz ise yolun sonunu mutluluk
sanıyoruz ve ilave olarak rahat olmanın, rahat yaşamanın hakkımız olduğunu varsayıyoruz.
“Baş köşeyi bırak, senin baş köşen yoldur. Gözünü yıldızlara dik, yol ara. Rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır. “(Mevlana)
Sonuç olarak mutluluğun yaşadığımız deneyimler,
yürüdüğümüz yol olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yüzden mutluluk, yolun
sonunda değil. Mutluluk yolun kendisi ama yolun sonunda rahatlıkta olmayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder